Büyük seriler nasıl meydana gelir? Önce bir adam tamamen amatör
ruhlarla bir oyun yapar. Daha sonra bu oyun büyük bir firmaya
devredilir ve ortaya Prince of Persia efsanesi çıkar. İlk olarak 1989
yılında Jordan Mechner tarafından geliştirilen Prince of Persia,
Ubisoft Monterial ekibinin hünerli parmaklarına devredildi. . “Sands of
Time”, “Warrior Within” ve “The Two Thones” şeklinde seyreden seri
bugün en sevilen serilerden biri olmayı başardı. Üçlemenin son oyunu
etkileyici bir finalle bizlere veda ettikten sonra, iki yıl kadar
seriden haber alamamıştık. Ancak takvimler 2008 aralığını gösterdiğinde
cesur kahramanımız görkemli bir dönüş yaptı. Fakat bunu duyar duymaz
oyuna “hop” diye dalmadan önce bir şey bilmenizde fayda var; öncelikle
kafanızdaki Prince’i bir kenara koyun. Çünkü Prince görmeyeli birazcık
değişmiş (eyuh!)
Aaa Elika! Akşama ne yapıyorsun? Çölde çaresizce eşeğini arayan Prince, küçük bir çukurdan aşağı düşünce
al yanaklı, kızıl saçlı, güzeller güzeli Elika’yla karşılaşıyor. Bizim
Prince’i güzelliğini kullanarak ayaküstü kandıran Elika “Hadi birlikte
Ahriman’ı durduralım” benzeri komik bir davetle mücadelesine katıyor ve
Prince kendini hiç hayal etmediği bir serüvende buluyor. Şöyle ki, uzun
yıllar boyunca Tree of Life’da (yaşamın kaynağı) mahsur kalan kötü
yürekli Ahriman, buradan kaçıyor ve ebedi emeli olan “Dünya’ya kötü
güçleri yayma” politikasını harekete geçiriyor. Buna karşı koymak
isteyen Elika ve Prince birbirinden güzel ve heyecanlı maceralara giriş
yapıyor. Gördüğünüz gibi senaryo fazlasıyla Okami’ye benzese de
içerisinde birçok farklılığa yer veriyor. Karşınıza çıkacak birçok
yaratıcı düşünce, bu bilindik senaryoyu oldukça değiştirecek. Aynı
zamanda ana seriden fazlasıyla koparacak. Çünkü serinin ana konusundan
tamamen farklı karakterler, mekanlar ve zaman diliminde geçiyor. Somut
ve soyut anlamda birçok farklılığa rastlayacağız.
Oyunun simgesine tıkladığınızda karşınıza çıkan ekranda “Ayarlar”
seçeneğine tıklayarak sisteminize göre en uygun ayarları yapmanızı
tavsiye ederim. Zira çok güvendiğim sistemim 1280*1024 çözünürlük
üstüne çıkmayı denediğimde her 15 dakikada bir hata raporu verdi. Bu
yüzden sisteminizi bir gözden geçirin derim. Oyunu açtığımızda oldukça
hoş gözüken menü bir o kadarda etkileyici yapıda. “New Game” seçeneğine
tıklayarak oyuna başlıyoruz. İlk bölümde Elika’yla tanıştıktan sonra
tam anlamıyla kontrolü ele alıyoruz. İlk anlarda her Prince of Persia
oyununda olduğu gibi kontrolleri öğreniyoruz. Ancak çabucak
alışacağınızdan eminim, zira duvara tırmanmak, duvarda yürümek,
zıplamak gibi unsurlar ilk oyunla aynı yapıda. Space tuşu ve farenin
sol tuşuyla atlama işlemlerinin büyük bir kısmını hallediyoruz. Oyunun
ilerleyişi genellikle şu şekilde seyrediyor; oyunda dört adet şehir yer
alıyor. Tıpkı Assasin’s Creed’de olduğu gibi bu dört şehir arasında
haritamız aracılığıyla geçiş yapıyoruz. Ancak bu dört bölümde kendi
arasında altı kısma ayrılıyor. Haritayı açtığımızda ana bölümleri ve
alt bölümleri rahatlıkla görebiliyor, üzerine tıklayarak ilerleyişimizi
seçebiliyoruz. Fakat her şeyden önce bölümlere girebilmek için
belirlenen puan barajını geçmemiz gerekiyor. Bölümlerde asıl amaç dört
şehirde yer alan dört büyük yaratığı öldürerek bu savaşı kazanmak. Asıl
boss’lar dışında bu tür oyunlarda olduğu gibi sıradan düşmanlarla
savaşıyoruz. Düşmanlarla savaşırken Elika her an yanımızda. Mesela bir
yerden zıplarken hata yapıp yere düşerken hemen Elika sizi kurtarıyor.
Bu nedenle oyunda ölmek diye bir durum söz konusu değil. Aynı şey
düşmanlarla savaşırken de mevcut. Ne kadar yaralanırsanız yaralanın
asla ölmüyor, sadece yavaşlıyor ya da bir süreliğine dinlenmeniz
gerekiyor. Açıkçası oyunda ölmenin olmaması oyunun heyecanlı yapısını
bir nevi yok etmiş. Zira ölmemek adına mücadele etmek ya da daha
hünerli oynamak gibi bir tasanız olmuyor. Ölmeyeceğinizi bildiğiniz
için içinizdeki şüphe, korku ve bezeri duygular hemen yok oluyor. İşte
bu açından oyunun eski heyecanlı yapısının geride kaldığını
söyleyebilirim. Zaten oyunun değişen yapısındaki en önemli hata/fikir
de bu olmuş. Bunun dışında düşmanlarla savaşırken Elika’yı
kullanabiliyoruz. Normal Combo dışında Elika Combo vuruşları mevcut.
Zaten Normal Combo sayısı oldukça az. Ayrı yeten tüm combo’ları
menüdeki “Combo List” seçeneğinden görebilirsiniz.
Oyundaki düşmanlar genellikle combo’larımız karşısında oldukça zayıf
kalıyorlar. Elika Combo vuruşlarını uyguladığımızda kısa sürede düşmanı
öldürebiliyoruz. Ayrıca düşmanları illa ki öldürmemiz gerekmiyor, bir
uçurumdan aşağı düşürmemiz yeterli oluyor. Combo vuruşlarında
genellikle kılıcımızı kullanıyor, akrobatik hareketler (akrobatik
combo’lar da mevcut) yapabiliyoruz. Düşman yapay zekaları genellikle
orta seviyede bir başarı sergiliyor. Önemli bir yaratıcılık ya da
farklılık yok. Ancak yaralandığınızda bunu fark edip biraz daha seri
davranıyorlar. Oyundaki boss’lar genellikle zorlayıcı türde olsalar da,
ölmeyecek olmamamız boss dövüşlerindeki tempoyu yine düşürüyor. Ayrıca
boss’ların ölmeden, aşağı düşmeleri bile yeterli olduğundan boss’lar
konusunda çok bir şey beklemeyin derim. Bölümlerde ilerlerken önceki
oyunlarda olduğu gibi atlamak, zıplamak ana planda. Önceki oyunlarda
olduğu gibi duvarlarda yürüyebiliyor, yüksek yerlere tırmanabiliyoruz.
Ayrıca yine Assassin’s Creed’den hatırlayacağınız gibi duvarda hasarlı,
çukurlu yerlere basarak duvarı tırmanabiliyoruz. Ancak bu durum
Assassin’s Creed’de olduğu kadar basit değil. Çünkü uzun süre duvarda
kalamıyor ve kayıyoruz. Ama genel anlamda atlamak ve zıplamak oldukça
eğlenceli. Serinin önceki oyunlarındaki heyecanını bir an olsun
yitirmemiş. Oyunda karşınıza çıkan düşmanlar genellikle oldukça iri
yapıdalar ve güçlüler. Her ne kadar Elika ile birlikte saldırsanız da,
zorlanabiliyorsunuz. Ancak bazen küçük bir hamleniz bile koca bir
yaratığı ölüme sürükleyebiliyor. Daha öncede dediğim gibi oyunda mevcut
ana ve alt bölümleri tamamladığınızda asıl yaratığın mağarasına ve
oradan da ışığa ulaşıyorsunuz. Ancak puan konusundaki baraj kısmını
açmak için oldukça Işık tohumu elde etmeye çalışın.Zira bu tohumlar
sizin paranız niteliğinde.
Oyunda gözüme çarpan ve beni büyük ölçüde üzün noktalardan biri yakın
dövüşte kılıç sahnelerinin eskisi kadar etkileyici olmayışı oldu.
Açıkçası serinin önceki oyunlarında kılıç sahneleri oldukça gerçekçi ve
eğlendiri yapıdaydı. Yeni oyun için maalesef bunu söyleyemeyeceğim.
Ayrı yeten oyunda kullanılan combo’lar yüzünden kılıç arka plana
itilmiş. Eski gerçekçilik hissini maalesef alamadım. Bu türün
gereklerinden biri olan bulmacalar da Prince of Persia’da yerini almış.
Tam kıvamında olan bu bulmacalar sizi zorlayacak cinsten olmasa da,
yüzünüzü güldürecek türden. Oynayış itibariyle Prince pof Persia bu
türdeki tarzını değiştirse de, yinede benzerlerinden çok farklı. Gerek
yeni fikirler, gerekse oyun düzen ve ilerleyişi bakımından hem
benzerlerinden hem de ilk üç oyundan tamamen farklı bir hale girmiş.
Ancak bu hal sadece yüzümüzü güldürüyor. Onun dışında pek de bir şey
yaratmıyor. Açıkçası bir “Warrior Within” olmaktan çok uzak. Ama bu
demek değil ki, oyun iyi değil. Tabi ki eğlenceli ve oynamanız gereken
bir yapım. Ancak büyük bir etki yaratacak cinsten değil. Ama tekrar
belirteyim; farklı yapısı tıpkı Assassin’s Creed’de olduğu gibi birçok
oyuna ilham kaynağı ve idol olacaktır. Sizlere son olarak Prince’in ruh
halinden bahsedip, grafiklerle ilgili detaylara geçmek istiyorum.
Prince’in biraz değiştiğini söylemiştim. Hem görünüm itibariyle hem de
ruh haliyle oldukça farklı. Karakterimize Prince diyorum ancak, Prince
bir takma ad olmaktan öteye gitmiyor. Zira Prince sıradan bir ailenin
serseri çocuğu. Ruh hali itibariyle komik, esprili, umursamaz ve
maceraperest bir yapıda. Maceraperest diyorum çünkü Elika’nın
mücadelesine ortak olmasının asıl sebeplerinden biri de bu (Elika’nın
güzelliğinden sonra). Eski Prince’in tam aksine matrak ve olaylara
umursamaz ve esprili yaklaşan biri ve esprileri kayda değer cinsten.
Ama karakteri böyle daha çok seveceğinizden eminim. Zira videolar
esnasında diyaloglar oldukça eğlenceli olabiliyor. Her ne kadar Elika
Prince’e göre daha ciddi olsa da.